Paul Lindau


Paul Lindau , Prusyalı tiyatro yazarı, yayıncı ve Alman gazetelerinde yönetici. Türk hükümranlığının son yıllarında, 1899 yılında yaptığı geziyle ilgili izlenimlerini,  1990 yılında Berlin’de basılan “An Estküste Klein-Asiens…, Berlin 1900” adlı kitapta anlatmıştır.


“Küçük Asyanın Batı Sahilinde”        

Berlin, 1900.


 “Sabah 10 Halikarnas’tan ayrıldık ve bir buçuk saat sonra komşu Kos adasına vardık. Geniş liman gemiler için güvenli değil. Şövalyeler zamanından kalma bir kalenin yıkıntılarını da gördük (sadece birkaç duvar kalmış). Aşağılara doğru güneyde tamamı zemin seviyesinde sahilde şehir evleri görünüyor. Denize çok yakın bir yerdeki park çok yapraklı ağaçları ile şehrin görüntüsünü güzelleştiriyor.

Toprak verimli ama ada fakir. Yaklaşık 8’000-9’000 kadar yerli halk var ve bunların 2500’ü şehirde yaşıyor. Güzel ağaçların dikildiği geniş bulvar gölgeli ve hoş. Genel resim sessiz sakin ve güzel bir kıtasal kasaba izlenimini uyandırıyor.

Şehir surlar içersinde inşa edilmiş. Şövalyeler döneminden sadece birkaç bina kalmış. Binalarda genel bir giriş, eski Gotik ark ve bunun altında, üstünde yada yanında arma kaplama bulunuyor…

Kos’un yerlileri bu ilginç derece güzel, mükemmel ve türünün tek örneği çınar ağacının Hippocrates’e ait olduğunu iddia ediyor ve onun tarafından İÖ 460 yılında dikildiğine yemin ediyorlar.

Botanikçiler bu çocuksu fantezileri dinlediğinde gülümsese bile Kos halkı her durumda kendi şehirlerinin anısından ve gökyüzünün onlara sunmuş olduğu ve mucizeleri her bahar yenilenen en mükemmel anıtla gurur duyuyorlar.

Büyük doktor Hippocrates ve en ünlü ressam Apellis’in yaşadığı yer olan Kos’ta çok nadiren karşılaşılabilecek ve dünyanın en büyüğü olduğu söylenen ve Bursa ile Buruk Ntere (İstanbul’daki Makry Rema) dakilerin bile rakip olamayacağı bir çınar ağacı var. Son derece yüksek ve benim tahminlerime göre 20-30 metre kadar. Ancak gövdenin çevresi, dallarının ulaştığı yerler inanılmaz. Gövdesinde boşluklar var ancak herhangi bir çatlak yok ve bu nedenle diğer büyük çınar ağaçlarındaki harap görüntüden farklı sağlam bir görüntüsü var. Ayrıca en az 16 metre çapında ve dallarının uzunluğu 30 metre kadar. Bu çok yaşlı ağacın etrafındaki meydan da cami ve yönetim binası ile birlikte bu dalların gölgesi altında. Ağaç oldukça sağlıklı ve yeşil yaprakları ile sürekli açmakta. Kos’un yerlileri, kendileri için kutsal bir varlık olarak kabul ettikleri ağaçlarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Yatay olarak gelişmiş devasa bir ağacı oluşturan ağır dallar iki adet toprağa gömme taş kazıkla, daha hafif olanlarda güçlü kirişlerle desteklenmiş. Ağacın gövdesi bir adam yüksekliğinde bir duvarla dikkatlice çevrilerek köklerin korunması sağlanmış. Bu şekilde ova üzerinde mermer basamaklarla çıkabileceği bir teras oluşturulmuş. Bu platformu dekore etmek için büyük bir at kafası ile mermer bir heykelcik konmuş.

Geceyi Hippocrates’in vatanı olan Kos limanında geçirdik. Küçük beyaz evleri ile bu küçük şehir şimdi önümüzde, ay ışığı altında derin bir uykuda. Sadece Türk gece muhafızlarının ilginç sesleri gecenin derin sessizliğinde sanki birilerini yardıma çağırırmışçasına yankılanıyor ve bize yaşayan insanlara yakın olduğumuzu gösteriyor. Ay ışığında gece adeta bir rüya, hava acayip derecede açık ve berrak. Deniz tamamen hareketsiz ve küçük geminin kıyısında söylenen melodiler zorlukla duyuluyor…”